bir galapagosun seyahat anıları

                                                                      İSTANBUL

   Balıkesir'in vermiş olduğu sıkkınlık bıkkınlık tıkkınlık sapkınlık vs. yüzünden bi hava almamız gerektiğini düşünüp geçen sene niyet ettiğimiz İstanbul gezisini bu sene gerçekleştirebildik. Gece saatlerinde otobüse binip sabah sularında İstanbul'da olmayı planlamıştık. yaklaşık 24 saatlik bi İstanbul turu olacaktı bizim için. Ha 24 saat içinde İstanbul'un ne kadarı gezilebilir o da tartışma konusu zaten.

   Neyse Balıkesir'den bindik otobüse. Sabahın ilk ışıklarında İstanbul'da olacağımızı tahmin ediyoruz. Bize yolculuğumuz sırasında eşlik edecek olan şanslı firma Kamil Koç idi efem. Biz daha otobüse binmeden yolculuk esnasında uyumayı planlayanlar kendini belli ettiler. ee gece yolculuk yapıcaz mantıken uyumak lazım ama o sıralar benim uyku düzeni sıkıntılı olduğu için ben daha yeni uyanmıştım. bi yandan '' tabi uyuyun abi sabaha enerjik olmamız lazım ölü gibi gezmeyelim '' diyorum bi yandan da '' lan kitapsızlar bari biriniz uyanık kalın da canım sıkılmasın koca yolculuk boyunca '' diyorum. iyi ki selda ile alp uyanık kaldılar sürekli onlarla sohbet ettik. hayır benim anlamadığım öyle bi ortamda biz ne ara siyaset tartışmaya başladık la ? gerçi laf lafı açtı saatlerce neler neler konuştuk... zaten aşk meşk meselesi konuşulacak kesin o şart yani o bi ritüel artık ! hani demiş ya büyük üstad : '' herkesun bir derdi vaaarrr durur içerisindee ooy '' aha işte öyle bi olay bizimkisi. dur lan açıyım arkaya da dinleyelim biraz :

işte herkesin bir derdi olunca değil saatler günler / haftalar / aylar hatta ömürler verseler insana o kadar uzun sürede bile anlatır derdini derman bulmak için. ama öyle bi durum var ki kimse kimseye nerdeyse çare olamıyor. çok eksantrik durumlar söz konusu çünkü. neyse özele batmayalım durduk yere. gayet verimli sohbet oldu bizim için ama otobüsün geri kalanı için pek öyle olmamış olsa gerek şikayet etmişler bizi... lan şimdi be... neyse tamam sakinim. hayır o kadar da bağırmıyoduk yani garip. neyse muavin reyiz gelince biz sesi alçalttık biraz. şeyma ve esin hala uyuyo bu arada.  velhasıl feribota bindik Marmara'nın karşısına yani  İstanbul'a geçmek için . Feribot için bayağı bi bekledik sırada malum park meselesi falan sıkıntı hep. bu esnada gariptir ki bizim uykucu tayfa uyandı. feribota binince '' bi çıkalım da deniz var feribot var falan iyi olur hoş olur '' diye düşündük ama bak dikkat ettiysen tam da bişey düşünememişiz. ben bile anlamadım şuan ne düşündüğümüzü. neyse işte ben otobüste oturmaktan bacaklarım kitlendiği için biraz yürüyeyim diye çıktım esasında. bizim alp'in karnı acıkmış feribotun kantininden bişeyler alalım dedik ki demez olaydık. la yamulmuyorsam bi kıytırık soğuk sandiviç için 7tl mi 8 tl mi ne istediler ... neeey ? kiiiim ? oha diyerek ordan uzaklaşıyorduk ki ben birden gördüğüm bi manzara karşısında teleşa kapıldım ama nasıl bi telaş ... lan kantinde bi adam oturmuş koltukta kalp krizi geçiriyodu ... ve bunu bi tek ben gördüm ! bi baktım adam oturduğu yerde titremeye başlamış. kalp krizi mi yoksa sarılık falan mı diye düşünüyodum birden telaş yaptım ses tellerimin imkan verdiği son noktaya kadar '' ambulans çağarın laaaaaaaaaaaaaaaaaaan !!! '' diye bağıracaktım ki bir de ne göreyim ? meğer herif masaj koltuğundaymış ya la ! ama abi ben de masaj yaptırdım o koltukta beni o kadar sallamadı. nasıl olurda tahmini 90 ile 100 kilo arasında olan bi adamı o kadar sallayabilir ? adamın sallanmaya meyili varsa demek ki ! siktimin montofonu beni gerdi gece gece ! neyse çıkıp biraz hava alalım dedim ama arkadaş o nasıl pis bi kokudur la ! burnum gidip Avrupa Burun Hakları Mahkemesine başvursa '' bana ağır işkence uygulandı '' diye yeminle kendi burnuma tazminat ödemek zorunda kalırdım öyle bi koku var. fazla dayanamayıp koştuk otobüsün içine. zaten 5-10 dk sürdü karşıya geçmek. ben zannediyorum geçicez karşıya tamam işte İstanbul ... meğer alakası yokmuş daha bi ton yol gittik anca vardık gideceğimiz yere.
 
   İlk istikamet neden olduğunu hala anlayamadığım şekilde Ali Ağaoğlu'nun ofisi oldu ... ya ben geyik olsun diye '' oraya da gidek millete iş başvurusu yaptık deriz ihi ihih '' demiştim ama bu kadar ciddiye alınacağını düşünememiştim ...
İşte bizim gençler ve '' tavırları pek hoşumuza gitmeyen iş adamı '' Ali Ağaoğlu'nun ofisi zannettiğimiz yer. Tabi biz oraya sabahın tam 06:00'ında gitmeseydik iyiydi. resmen İstanbul'a geliş amacımızmış ha Ataşehir ... ardından aç ve çaresiz bi biçimde İstanbul'u '' gayet iyi '' bildiğini iddaa eden tur rehberimiz sayın Temiz'in peşinden sürüklenmekteydik. sonrasında sayın Temiz
bizi '' Eminönü ve Karaköy İskelesi '' tabelası bulunan bi yere götürdü. karşıya geçicekmişizmiş de bilmem neymiş mişmiş ... neyse bindik bi alamete gidiyoz yine pis kokulu bi yere ... hıamını lan bi yer de güzel koksun kodumun memleketinde ... tiksindirdiler anında öve öve bitiremedikleri şu şehirden ! ha bi de İstanbul denince akla ilk gelenlerden bi tanesi olan Kız Kulesi'ni vapurla geçerken bi kaç saniyeliğine görebildik o kadar ... onun denk geldiği sahil şeridi neresi bilmiyorum ama orda garanti cafe mafe vardır bi oturup orda bişeyler içeydik iyiydi !

al işte Kız Kulesi'ni bu kadar görebildik belirli bi süreliğine. neyse o da yetti sayılır. zaten kiralık ev olarak tutcak halim yok içini gezip napıcan. ( cahilliğimi maruz görün içi geziliyo mu nedir ne değildir bilmem. bi işte memoli zamanında zeynoyla ikisi orda yemek yemişlerdi ondan sonrası yok bende Kız Kulesi ile alakalı olarak ) neyse işte karşıya geçtik ve aşırı garip bi şekilde tabelasında '' bakbi '' yazan laptop servisini gördüm ... ama bileniniz vardır muhakkak tabela öyle bi yerdeki siksen göremezsin yani ama ben ne akla hizmet gördüysem onu ? bi de  '' BAKBİ '' yazıyo ya ona mı baktım lan acaba bi çağrışım oldu sanırım hani '' hişt lan topik pişt lan BAKBİ alloooooooo '' şeklinde bişey duyduysam demek ki tabeladan ... hayır niye bu kadar olaya taktım çünkü fotoğrafını falan çekmişim oranın. baya bi psikolojimi etkilemiş yani orası. o yüzden üzerinde durmam lazım sonra psikiyatriste gittiğimde '' hadi gençliğinize inelim '' derse ben ne anlatıcam adama ha ? ondan bunu da not almam lazım ... neyse efem ardından tramvaya bindik ve çektiğim fotoğraflara da bakarak karar veriyorum ki Sultan Ahmet'e gittik. cahil cühela tayfa olduğumuzdan mütevellit böyle mekanların girişinin belirli saatlerde olduğunu bilmiyorduk ... ulan saat 7 !!! kapıları normalde 8.30da mı 9 da mı ne açılıyomuş unuttum şimdi tam saati. ama güzargahı öyle bi yaptık bi ordan gidersek bi daha gelemeyiz Sultan Ahmet'e. biz avluda homurdanırken temizlik işleriyle uğraşan saygıdeğer emekçi abimiz '' çaktırmadan yandan girin hadi madem bakmaya geldiniz beklemeyin o kadar '' dedi. çok sağol abim ! bomboş bir Sultan Ahmet görmek de varmış demek ki ... içeride bayağı bi teknik resim çekmişim. yani seneye Osmanlı Mimarisi dersim var onun için detay çekimleri falan yaptım. dur la birini ikisini koyayım hadi :

son karede dua eden masum köylüleri görüyorsunuz. işte onlar bizimkiler. yazık lan kim bilir neler istediler ... istekleri kabul olur umarım ama yavaş yavaş düşmeye başladı o istekler. tabi bunun da bi oranı vardır yani 100 kişi bişey istese 100üne de verilmiyodur dimi o şey ? o orana göre işte bakalım ...

ardından çıkıp kodlanmış gibi Ayasofya'ya yürüdük. ancak orda bize iyilik yapmak için sırada bekleyen temizlik emektarlarından birisi yoktu malesef. sonradan dedik ki '' ya gidelim madem gezelim tozalım geri geliriz'' ... nitekim öyle yaptık  kahvaltı yapalım bi yerlerde diye Fatih'te gezinmeye başladık . saat çok erken olduğu için her taraf açık değil haliyle. gördüğümüz pastane tarzı bi yere '' çöreklendik '' hemen. mekan ismi : Çemberli Taş Muhallebicisi ... orda ikişer tane poğaça yiyip kalktık hemen kahvaltı niyetine. bu arada benim sinir katsayım git gider artmaya başladı. yol yorgunu olmam , uykusuz olmam , geçen o kadar saat içinde saçlarımın almış olduğu lanet yağlı şekil , bütün dünyanın öve öve bitiremedi şehrin iğrenç kokusu , saatin erken olması nedeniyle bir tane insan görememek vs. vs ... benim için sokaklarına ferrrari'ler park edilmiş vasat bi kasabadan ibaretti o saatlerde İstanbul. ha atlamışım bir de ertesi gün ince bi mevzu var onun gerginliği de eklenmişti bu olaylara. kahvaltımızı ettikten sonra saat bayağı geçti dedik '' artık gidelim Ayasofya ve Yerebatan Sarnıcı'nı görelim ''. yukarda da saydığım ve saymaya üşendiğim bir sürü sebep yüzünden gergindim ve '' sikerler lan yere batan şey için kendimi yoramam amına kodumun şehrinde ya hıamısını !!bir!11!!  '' gibi fikirler dolandı aklımda hep. selda ile ben dışarda bekledik bizim kızlar Yerebatan Sarnıcı'na girdiler gezdiler. ben de dışarda biraz sakinleşmeye çalıştım bu esnada. ve İstanbul kendini yavaş yavaş göstermeye başlamıştı. memlekette Türkten çok turist var lan. hayır ilginç olan o kadar yabancının arasında biz turist gibi kaldık adamlar çoğunluktu abi sonuçta. neyse genel geyiklerimizi yaptık tabi esirgemedik hiç '' abi işte elin gavuru emekli olunca dünyayı geziyo bak bizim emeklimize orda simit satıyo işte adaletin bu mu dünya '' gibisinden. fransız kızların güzelliğinden de bahsetmiyorum hiç. yani bahsedip de Türk kızlarına haksızlık etmek istemiyorum açıkçası. farklı kulvarlardalar çünkü... neyse efem kızlar Yerebatan'dan çıktılar ve Ayasofya'nın önündeki devasa kuyruğu gördük. tabi ki vazgeçtik Ayasofya fikrinden zaten biz oraya lise gezisi yapmak için gelmedik sonuçta. '' gelmişken bi bakalım '' mottosu güdüyorduk ama kısmet değilmiş.

Az yürüdük uz yürüdük ve Galata kulesini karşısına alan , balıkçıların bulunduğu sahil kıyısında az biraz dinlendik. Taksim'de bizimkilerden birinin arkadaşıyla buluşacaktık ama oraya nasıl gideceğimiz hakkında kimsenin bi fikri yoktu. ardından taksiye gözümüz çarptı ama bilemedik tam da ya anasının gözündeyse bu Taksim ? neyse abi sayımız fazla olduğu için çok koymaz diye düşünüp taksilere yöneldik ki ... aman tanrım ... aman tanrım yapma volkan ... bu taksilerin '' genel koordinatör ''lüğünü yapan bi abimiz var ki akıllara zarar bi tipi var...gurban olam bu yazıyı okuyup da o herifi tanıyanınız varsa elimde bi kaç tane Mars bileti var. gelin katılın bana o adamın yaşadığı bu dünyada daha fazla durmayalım gözünün çapağını kemiriyim ! dur lan tipi az çok betimliyim : böyle kaytan bıyığın kralını barındıran , kahverengi sivri burun ayakkabılarının üstüne basmış bi şekilde volta atan , sarımtrak bağrı açık gömleği , o bağırdan görünen altın kolyesi ve üstünde ona keza ama daha kahveye çalan tonlarda bi ceketle muhteşem kombin yaratmış suratının muhteşem yapısı içerisinde bir adet eşşek kadar ben barındıran '' denişik '' bi abimizdi. adam resmen yıllardır filmlerde gördüğümüz bi tipti lan ! neyse taksime '' 10 liraya bıraksın hadi bu abiniz öğrenciymişsiniz siz '' dedi ... arkadaş gideceğimiz yer ya 2 adım ötesiyse ? 10 lira çok olmasın lan !!! sonradan Eskişehir'de bindiğim taksilerle kıyas yaptım adam bizi en az '' 25 liralık gezdirdi ''. taksimin göbeğine bıraktı bizi adam sağolsun. yani bilemiyorum ama orda kazık yemedik diye düşünüyorum ben. ama tam da bilemedim tabi . neyse kadromuza birisi daha dahil oldu netice olarak. Taksimde buluştuktan sonra zaman geçirmemiz gerektiğine karar verdik çünkü saat hala erkendi ve bizim görmek istediğimiz İstanbul'un '' açılmasına '' daha saatler vardı. dedik ki madem Miniaturk'e  gidelim. ( gittiler ) bi ton minyatür var orda bildiğiniz üzere. gidiş gayelerimizden birisi de tabi ki mimarlık öğrencisi olmamızdı. ordaki yapıların bi çoğunu derslerimizde ayrıntılı incelemiştik diğerlerini de inceleyecektik. ama o boyutlarda orjinale çok yakın olan maketlerini görmek güzel bi duyguydu tabi. bazı yapıların bir kaç detayı vardı ki onların bile birebir yapılmış olması bi noktada beni gözyaşlarına boğdu. bir kaç kare koymak istiyorum Miniaturk'ten :


ilk iki fotoğrafda görünen Aspendos Antik Tiyatro ve altında Mardin Taşevler olarak bilinen mükemmel eserlerdir. bu ikisine özellikle taptım o esnada. olabildiğine kusursuzlar çünkü. ayrıca sonradan fark ettim ki Taşevler gayet gidilip Mardin'de çekilmiş gibi duruyo. yuttursam yuttururmuşum yani gezdim diye. neyse sonradan fark ettiğim diğer şey de lan ben kendimi hiç koymuyorum ... üçüncü fotoğrafda da ben Miniatürk'te avara avare gezinirkene ...

Miniatürk mevzusu bitince yan tarafında bi parkçık var oraya gidelim diye tutturdular kanı kaynayan genç insanlar. gittik ve orda bi kaç muhteşem kare yakaladım ama telif hakkı girmesin işin içine diye koyamıyorum. ben biliyorum ya ne kadar güzel olduklarını o bana yetiyo diyelim. bu esnalarda ben yorgunluktan ölü durumdayım. o hareket eder halde gördüğünüz şey aslında benim ruhum. yok öyle bi yorgunluk be hafız !

yorulduk demiştim ya acıktığımı atlamışım azıcık ucundan. hemen koştuk Beyoğlu'ndaki Burger King'e herkes yedi kafasına göre bişeyler ama ben hala açtım yani kesmedi o menü beni. çıktıktan sonra taksimdeki ıslak hamburgercilerden de aldık 2şer tane o zaman oldu gibi hafiften. ulan kurusunu ıslağını çiğini pişmişini yemişim hamburgerin vay anasını sayın seyirciler.

ee baktık saat hala erken biz bi Galata'nın oraya doğru yollanalım dedik. işte o gün hayatımın en güzel manzaralarından birisiyle karşılaştım. tünel / beyoğlu denen yerdeki sıralı müzik marketler !!! aman tanrım !!! o kadar güzelliği bir arada görmek gözlerimi kamaştırdı. ama işte yorgunluk herşeye mani oluyo ... gittik Galata'nın dibine oturduk saatlerce yorgunluğumuz geçsin biraz diye. ( geçmedi ) bu arada ilk defa çubuğa hedelenmiş bir şekilde ananas yedim. iyiymiş lan öyle de bi ayrı oldu tabi . hadi bakalım tekrar taksim-istiklal-beyoğlu gitgelleri ... bu sırada Beyoğlu'nda canlı müzik yapan , yabancı oldukları su götürmeyen gir gerçek olan bir grup vardı. durduk onları dinledik bi güzel. biz susalım görüntü konuşsun efendim :



ya ben zaten sokak müzisyenlerine çok saygı duyan birisiyim. hatta kendim de çok isterim bi sokak müzisyeni olmak ama sanırım o özgüven yok bende. o yüzden daha çok ilgimi çekiyo bu müzisyenler. kaldı ki bu insanların yaptıkları müzik de muazzam ... ha tabi daha önlerinde duran cd'lerden alacak kadar da değilim 3-5 biriktirdiğiyle İstanbul'a gezmeye gelen bi öğrenciyim. ama bu asla anlamına gelmez. hele bi iş güç sahibi olalım yaptığı işin hakkını veren her müzisyene küçük/büyük katkımız olacaktır.

müziğimizi de dinledikten sonra dedik ki hadi '' Bebek'te 3 5 tur atalım '' ... Bebekteki Starbucks'a gittik. boğaz manzarası var dediler ama dışarısı hıncahınç doluydu. mecbur içerde oturduk. bi de abi Bebek'teki Starbucks çok bozmuş. lan eşortmanlarla ders çalışıyolardı alt katta ... ayıp abi oraya gittiğini haber niteliğine çeviren insanımız var ... (!) bu kadar aşağılamayın o mekanı lütfen ayıp yahu ! ( şaka bi yana takdir ettim o ders çalışan iki kızı aferim ) 

frappe'lerimizi de içtikten sonra Eminönü balıkçıları dedikleri yere gittik balık-ekmek yaptık bi güzel. kızlar kendi ekmeklerini alıp banka doğru gittiler ben baya bi muhabbet ettim balıkçı dayınla . neden bilmiyorum artık böyle hiç tanımadığım insanların hayat hikayeleri çok fazla ilgimi çekmeye başladı yani sokakta insanları çevirip  '' anlat la ne derdin varsa dinliyorum '' falan diyesim var. neyse efendim sonra dedik bi barımsı yere girelim. grubumuzun ilave aplikasyonu olan kızımız 360 denen bi yere gidelim dedi. mekan mı dönüyomuş ne zıkkımsa ! hayatımda ilk defa kapıdan çevrildim ! işte sonra niye şairler İstanbul'u sevmiyo ? niye abi ? sen şehrine gelen adamı barına almazsan sevmez tabi ! rezervasyon falan gerekiyomuş mekan sıkıntı çıktı ! neyse sokarız mekanınıza lan dercesine çıktık ordan. sonra böyle kahvehaneden bozma bi cafeye gittik oturduk ama kusura bakmayın ancak böyle anlatılır o an ki durumum : feriştahımız sikilmişti ! durumu şöyle açıklıyım : garson geldi '' ne alırdınız '' dedi ben 2 çay 3 meyveli soda diyemeden uyuyakalmışım ! uyanınca bi baktım 2 tane çay var sodalar yok ! la dedim noliii? ben 2 çay dedikten sonra uyuyunca sipariş yarım kalmış tabi... durumun vehametininin farkına varıp dışarı çıkmamız gerektiğini anladık. yürüyelim falan da uykumuz açılsın daha saatler var otobüslere çünkü. salak gibi Galata'dan aşağı indik sonra gerisin geri çıktık falan ... ardından otobüs saatine baya az kalmıştı Kamil Koç'un yazanesinde bekleyelim diyoduk ki orda da uyukalmışız ... 


tabi tek uyuya kalan biz değilmişiz onu fark ettik uyanınca ... abi kedicik orda saatlerce uyudu ya la. şükür kimse gelip '' pist mınakodum hayvnanına bak batırıyo ortalığı '' yapmadı. orda öyle uyudu arada bi bizim gülüşmelerime kafa kaldırıp '' biraz sessiz be kardeşim uyuyoz burda ama yani ayıp '' dercesine baktı sonra devam etti uykusuna.
velhasıl arabamız geldi ve kızlar Bursa'ya ben de Bandırma'ya geçtim. onlar biraz da Bursa'yı gezip Balıkesir'e geçiceklerdi. ben de ince iş için Bandırma'da bi gün geçirdim. evime vardığımda yatağı görmem bile sevinçten ağlamama yetti diyim sana yetsin ... sürç-i lisan ettim baya ama affola.

Yorumlar

  1. İStanbul'da yaşayan biri olarak dışarıdan İst. a gelip gezen insanların yazılarını okumak bana çok mutluluk veriyor. Eline ayağına sağlık der çeker giderim :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder